26 Kasım 2020

Onaylamaya çalıştığınız SGK işyeri bilgilerini içeren tahakkuk farklı bir şubenin beyannamesi ile tekrar gönderildiği için, bu beyanname ile onaylayamazsınız. İki farklı e-beyanname şifresi ile aynı işyerini göndermeye çalışıyorsunuz şifre sahibi diğer pe

Onaylamaya çalıştığınız SGK işyeri bilgilerini içeren tahakkuk farklı bir şubenin beyannamesi ile tekrar gönderildiği için, bu beyanname ile onaylayamazsınız. İki farklı e-beyanname şifresi ile aynı işyerini göndermeye çalışıyorsunuz şifre sahibi diğer pe

 Sgk tahakkuku sırasında muhtasar beyannameniz onaylanıp SGK lar için böyle bir mesaj çıkarsa panik yapmayın. 

1- göndermiş olduğunuz MUHSGK beyannamesini aynen gönderdiğiniz şekilde hiç değiştirmedenSGK bildirimleri kulakçığındaki

"AŞAĞIDAKİ KUTUCUK SADECE DÜZELTME BEYANNAMELERİNDE İŞARETLENMELİDİR"

kutucuğunu tıklayarak tekrar paketleyip yükleyin.

2-beyanname onaydan geçtikten sonra ÖZEL ONAY seçeneği ile gönderin

3-dönem geçmemiş ise sadece DZT yi işaretleyin

4-düzeltme nedenin yazın

diğer seçenekleri tamam deyip devam edin.

muhtasar beyannamesi boş tahakkuk

SGK lar normal tahakkuk olacaktır


19 Mart 2019

Ba-Bs Formu Düzeltmelerinde 10 Günlük Süre Nereden Başlar

Ba-Bs Formlarının Verilme Sürelerinin Uzaması Halinde 10 Günlük Sürenin Nereden Başladığı Konusunda Uygulamada Sorunlar Bulunmaktaydı. Gelir İdaresi Başkanlığı Yayınladığ Açıklama İle Konuya açıklık getirdi. İlgili açıklama ekte sunulmuştur.


Mükellefler elektronik ortamda gönderip onayladıktan sonra, bildirimlerinde hata veya eksiklik bulunduğunu tespit etmeleri halinde, bunları yeniden düzenleyerek göndermek suretiyle düzeltme yapabilirler.Ba ve Bs bildirim formlarından herhangi birinde hata yapıldığının belirlenmesi halinde, sadece hata yapılan bildirim formunun düzeltilerek gönderilmesi gerekmektedir.

Düzeltme işlemlerinde, hatalı veya eksik olarak düzenlenmiş bulunan bildirim formları tamamen iptal edilmekte ve düzeltmeleri içerecek sekilde düzenlenerek verilen bildirim formu geçerli kabul edilmektedir. Dolayısıyla, düzeltme amacıyla düzenlenen bildirim formlarının, daha önce bildirimde bulunulmamıs gibi tüm alıs-satıs bilgilerini içerecek şekilde doldurulması gerekmektedir.

Bildirimlerin verilme süresi içerişinde yapılan düzeltmelerde herhangi bir ceza uygulanmayacak olup, bu süre geçtikten sonra yapılan düzeltmelerde ise, düzeltilen her bir form için ayrı ayrı olmak üzere Vergi Usul Kanununun mükerrer 355 inci maddesi hükmü uyarınca işlem yapılacaktır. (Elektronik ortamda verilme zorunluluğu getirilen bildirim veya formlara ilişkin olarak süresinden sonra düzeltme amacıyla verilen bildirim ve formların, belirlenen sürelerin sonundan itibaren 10 gün içinde verilmesi halinde özel usulsüzlük cezası kesilmez, takip eden 15 gün içinde verilmesi halinde ise kesilmesi gereken özel usulsüzlük cezası (6009 sayılı Kanunun 12 inci maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 01.08.2010) 1/5 oranında uygulanır.

Elektronik ortamda beyanname ile bildirim ve form verme mecburiyetine uymayanlara bu maddeye göre ceza kesilmesi halinde, 352 nci maddenin birinci derece usulsüzlüklerle ilgili (1) numaralı bendi ile ikinci derece usulsüzlüklerle ilgili (7) numaralı bendi uyarınca ayrıca ceza kesilmez.)

kaynak: www.gib.gov.tr

21 Eylül 2018

Eksperlere Yapılan Ödemelerde Vergilendirme

Eksperlere Yapılan Ödemelerde 

Vergilendirme

 Soru: Eksperlere yapılan ödemelerde vergilendirme Nasıl Olacaktır ?
Cevap:  Eksper kelimesi geniş anlamda bir kelime olup gayrimenkul değerleme işini yapan eksperlerde
 bu gruba dahildir.
GELİR VERGİSİ KANUNU AÇISINDAN
            193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 61 inci maddesinde, "Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine
 bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.
            Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat,
 huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık 
münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması
 onun mahiyetini değiştirmez..." hükmü yer almıştır.
            Aynı maddenin 5 numaralı bendinde, "Bilirkişilere, resmi arabuluculara, eksperlere, spor 
hakemlerine ve her türlü yarışma jürisi üyelerine ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler"
 in ücret sayılacağı hükmüne yer verilmiştir.
            Bu hükümlere göre, örneğin gayrimenkul değerleme işini yapan kişilere ekspertiz faaliyetleri 
karşılığında yapılan ödemelerin, ücretin unsurlarını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, Gelir Vergisi
 Kanununun 61 inci maddesinin 5 numaralı bendi uyarınca ücret olarak kabul edilmesi ve ücretlerin 
vergilendirilmesine ilişkin hükümler çerçevesinde vergiye tabi tutulması gerekmektedir.
            KDV KANUNU AÇISINDAN
            3065 sayılı KDV Kanununun, 1/1 inci maddesine göre, Türkiye'de ticari, sınai, zırai faaliyet ve serbest
 meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler KDV ye tabidir. Ticari, sınaî, ziraî faaliyet ile serbest 
meslek faaliyetinin devamlılığı, kapsamı ve niteliğinin Gelir Vergisi Kanunu hükümlerine göre, Gelir Vergisi
 Kanununda açıklık bulunmadığı hallerde, Türk Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre tayin 
ve tespit edilmektedir.
            Buna göre, verilen gayrimenkul değerleme hizmetiyle ilgili aldığınız bedel ücret olarak kabul edildiğinden
, bu işlem KDV Kanununun 1/1 inci maddesine göre KDV nin konusuna girmemektedir.
            VERGİ USUL KANUNU AÇISINDAN
            213 sayılı Vergi Usul Kanununun 238 inci maddesinde; " İşverenler her ay ödedikleri ücretler için 
(ücret bordrosu) tutmaya mecburdurlar. Gelir Vergisi Kanununa göre vergiden muaf olan ücretlerle
 diğer ücret üzerinden vergiye tabi hizmet erbabına yapılan ücret ödemeleri için bordro tutulmaz.
Ücret bordrolarına en az aşağıdaki malumat yazılır:
            1. Hizmet erbabının soyadı, adı; ücretin alındığına dair imzası veya mührü (ücretin ödenmesinde 
ayrıca makbuz alan iş verenlerin tutacakları ücret bordrosuna imza veya mühür konulması mecburi değildir.);
            2. Varsa vergi karnesinin tarih ve numarası;
            3. Birim ücreti (Aylık, haftalık, gündelik, saat veya parça başı ücreti);
            4. Çalışma süresi veya ücretin ilgili olduğu süre;
            5. Ücret üzerinden hesaplanan vergilerin tutarı;
            Bordronun hangi aya ait olduğu baş tarafında gösterilir. Bir aya ait bordro ertesi ayın yirmi üçüne
 kadar hazırlanıp tarihlenerek, müessese sahibi veya müdürü ile bordroyu tanzim eden memur tarafından
imzalanır. İş verenler ücret bordrolarını, yukarıdaki esaslara uymak şartıyla diledikleri şekilde tanzim edebilirler.
" hükmü yer almaktadır.
            Bu hükme göre, verilen örneğin gayrimenkul değerleme hizmetiyle ilgili alınan bedel ücret olarak 
kabul edildiğinden, şirketçe ekspere yapılan ücret ödemeleri için ücret bordrosu düzenlenmesi 
gerekmektedir. Bu ücret bordrosunda SGK olmayacak olup sadece gelir vergisi stopajı yapılacaktır.

Koray ATEŞ
E. Öğretim Görevlisi
korayates@muhasebetr.com
(08.01.2015)

İhracatta Götürü Gider Uygulaması



Fuat Cengiz / 05.03.2016
İhracatta Götürü Gider Uygulaması
İhracatta götürü gider uygulaması yurtdışındaki bazı giderlerin belgelendirilemediği mantığına dayanarak hayata geçirilmiştir; zira vergi sistemi oturmamış ülkelerde harcama karşılığı belge alabilmek tahmin edileceği üzere pek de mümkün olamamaktadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. Maddesinde “İndirilecek Giderler” açıklanmıştır. Yine aynı maddenin 1 numaralı bendinde bazı belgelendirilemeyen giderlerin de ticari kazancın tespitinde indirimine olanak tanınmıştır.
Gelir Vergisi Kanunu Madde 40/1’e göre;
"İhracat, yurt dışında inşaat, onarma, montaj ve taşımacılık faaliyetlerinde bulunan mükellefler, bu bentte yazılı giderlere ilaveten bu faaliyetlerden döviz olarak elde ettikleri hasılatın binde beşini aşmamak şartıyla yurt dışındaki bu işlerle ilgili giderlerine karşılık olmak üzere götürü olarak hesapladıkları giderleri de indirebilirler."
Kanun maddesine bakıldığında, binde beş nispetindeki indirim hakkının ihracatçılara herhangi bir şarta bağlanmaksızın verildiği görülmektedir. Ancak Vergi İdaresine göre götürü gider hesaplanabilmesi için harcamanın yapılmış ve işletmenin malvarlığında bir azalma meydana gelmiş olması gerekir.
Karşıt görüşe göre ise “götürü” kelimesinin manası gereği bu indirim hakkı, yasaların izin verdiği nispette herhangi bir belge şartı aranmaksızın kullanılması gereken bir haktır. Bu aşamada mükelleflerin ihracatla ilgili bir harcamaya maruz kalındığını, bunun işletmenin malvarlığında azalmaya yol açtığını ispat etme ya da tevsik etme gibi bir yükümlülüğü söz konusu değildir.
Konuya ilişkin yargı kararları incelendiğinde yaşanan uyuşmazlıklarda mükelleflerin lehine olduğu görülmektedir. Konuyla ilgili verilen yargı kararlarında; yasal düzenlemenin tevsik şartı aranmaksızın kazançtan indirilmesi hakkını sağladığı, idarece, bu giderlerin belgeli olması halinde zaten indirim konusu yapılacağının kuşkusuz olduğu, aksi halde maddenin uygulama olanağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Özetle verilen kararlar indirim hakkının herhangi bir belgesiz harcama şartına bağlı kalmaksızın direkt beyanname üzerinde kullanılabileceği yönündedir.
Aşağıda götürü gider uygulamasından kimlerin yararlanabileceği, götürü gider olarak dikkate alınabilecek azami tutar, dikkate alınacak ihracat hasılatı, götürü giderlerin muhasebeleştirilmesi gibi konulara ve uygulamanın genel şartlarına yer verilmiştir.
Götürü Gider Uygulamasından Kimler Yararlanabilir?
Götürü gider uygulamasından;
• İhracat, 
• Yurt dışında inşaat, 
• Yurt dışında onarma, 
• Yurt dışında montaj ve teknik hizmetler, 
• Uluslararası taşımacılık
faaliyetinde bulunan, dar mükellefiyet esasında vergilendirilenler de dahil olmak üzere gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri yararlanabileceklerdir. Bu tür faaliyetleri bulunmayan mükelleflerin Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. maddesi hükmüne göre götürü gider kaydı ve bu giderleri kazancın tespitinde indirim konusu yapmaları mümkün değildir.
Taşıma işini döviz karşılığı yapan nakliyeciler söz konusu döviz cinsinden taşımacılık hasılatını götürü gider uygulamasında dikkate alabileceklerdir. Yurt dışı taşımacılığın Türk Lirası karşılığı yapılması durumunda ise nakliyeciler bu taşımacılık hasılatı dolayısıyla götürü gider uygulamasından yararlanamaz.
Götürü Gider Kaydı Belgeli Gider Kaydına Engel Midir?
Belgelendirilememiş giderlere karşılık olmak üzere, götürü gider kaydı, mükelleflerin genel esaslara göre belgelendirilmiş giderlerinin gider kaydına engel değildir. Diğer bir ifadeyle ihracat yapan mükellefler, bu faaliyetleri ile ilgili giderlerinden belgelendirebildiklerini yasal kayıtlarına intikal ettirecekler, buna ek olarak belgelendiremedikleri giderlerine karşılık olarak da götürü gider uygulamasından yararlanabileceklerdir.
Götürü Gider Olarak Dikkate Alınabilecek Azami Tutar Ne Kadardır?
GVK Md. 40/1’ e göre, belgelendirilemeyen giderlere karşılık olmak üzere, götürü olarak gider kaydedilebilecek tutar, ihracattan döviz olarak elde edilen hasılatın binde beşini aşamayacaktır. Hasılat kapsamında değerlendirilecek dövizlerin Türkiye’ye getirilme şartı bulunmamaktadır.
Götürü Gider Uygulamasında Dikkate Alınacak İhracat Hasılatı Nedir?
Götürü gider, ihracat, yurt dışında yapılan inşaat, onarma, montaj, teknik hizmetler ile taşımacılık faaliyetlerinden döviz olarak elde edilen hâsılat üzerinden hesaplanacaktır. Döviz olarak elde edilen ihracat hasılatının Türk Lirası karşılığının tespitinde, hasılatın kanuni defterlere kaydedildiği tarihte geçerli olan ve T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilan edilmiş döviz alış kurlarının esas alınması gerekmektedir.
Götürü Olarak Hesaplanan Giderler Nasıl Muhasebeleştirilir?
Tüm giderlerin, vergi kanunlarınca ticari kazançtan indirilmesi kabul edilip edilmemesine bakılmaksızın doğrudan ilgili oldukları gider hesaplarında muhasebeleştirilmesi gerekmektedir; zira buradan yola çıkılarak dönem sonunda vergi matrahına ulaşılmaktadır.
Bu durumda işletmenin yurt dışı faaliyetlerine ilişkin olarak yapılan belgesiz giderlerin de ilgili gider hesaplarında izlenmesi ve dönem sonunda “690 Dönem Kar-Zarar” hesabına aktarılması gerekmektedir. Belgelendirilemeyen giderlerin götürü gider tutarını aşan kısmı, kanunen kabul edilmeyen gider olarak ticari kâra ilave edilmektedir.
Örnek vermek gerekirse;
2015 yılında ABC A.Ş. döviz karşılığı yaptığı ihracattan 100.000,00 TL tutarında hasılat elde etmiştir. ABC A.Ş.’nin 15.000,00 TL tutarında ihracatla alakalı gideri bulunmaktadır. Bu giderlerin 5.000,00 TL’lik kısmı belgesiz giderlerden oluşmaktadır. Bu durumda ticari kazançtan indirilebilecek götürü gider tutarı aşağıdaki şekilde hesaplanmalıdır:
Belgelendirilmiş giderler : 10.000,00 TL
Belgelendirilmemiş giderler : 5.000,00 TL
Toplam giderler : 15.000,00TL
Ticari kazançtan indirilebilecek götürü gider tutarı (100.000,00 TL * % 0,5)  :  500,00 TL
KKEG Olan Kısım (5.000,00 TL – 500,00 TL)  : 4.500,00 TL 
Belgeli giderler ile götürü giderlerin toplamı (10.000,00 TL + 500,00 TL)  : 10.500,00 TL
Gerçekleştirilen işlemin örnek muhasebe kaydı aşağıdaki gibidir.
---------------------------------------30.09.2015--------------------------------------
760 Pazarlama Satış Dağ. Gid.                    10.500,00 TL
689 Olağandışı Gider ve Zararlar (KKEG)     4.500,00 TL
                               102 Banka                                           15.000,00 TL
----------------------------------------------/--------------------------------------------
Sonuç ve Değerlendirme
İhracatta götürü gider uygulaması, özellikle ihracatı ciddi boyutlara ulaşan kurumlar açısından vergi avantajları doğurmaktadır.
Uygulamadan dar mükellefiyet esasında vergilendirilenler de dâhil olmak üzere belirtilen faaliyetleri yapan mükellefler yararlanabilecek olup hasılatın döviz olarak elde edilmesi gerekmektedir. Dövizlerin kambiyo mevzuatı gereğince Türkiye’ye getirilme şartı bulunmamaktadır. İhraç kaydı ile mal teslim edenler bu uygulamadan yararlanamazlar. Kurumlar vergisi mükelleflerinin istisna edilen kazançlar için götürü gider hesaplaması mümkün değildir.
Götürü gider uygulamasından faydalanacak mükellefler Vergi İdaresi ile sorun yaşamamak için aşağıdaki şartların birlikte sağlanması hususunda dikkat etmelidirler:
• Yapılan giderin yurtdışında yapılan inşaat, onarma, montaj, teknik hizmetler, taşımacılık hasılatı ile ilgili olması ve bu hasılatın binde beşini aşmaması,
• Yapılan giderlerin mükellefin malvarlığında azalmaya yol açması,
• Götürü gider tutarının işlemin yapıldığı dönem kayıtlarına intikal ettirilmesi ve hesaplarda izlenmesi.
Götürü gider uygulamasından faydalan mükelleflerin yurtdışında yaptıkları belgeli giderleri, kazanç tespitinde, genel esaslara göre indirim konusu yapabilecekleri açıktır.

MÜKELLEFLERCE GİDER YAZILABİLECEK TAZMİNATLAR

Mehmet MAÇ
Yeminli Mali Müşavir
 
 
MÜKELLEFLERCE GİDER YAZILABİLECEK TAZMİNATLAR
 
I. GİRİŞ:
 
Ticari hayatta bazı hukuki ve ekonomik olaylar karşısında mükellefler çeşitli kişi ve kuruluşlara tazminat ödemek zorunda kalabilmektedirler.Bu tazminatlar işle ilgili olan ve işin doğal gelişimi esnasında bir risk faktörünün gerçekleşmesi neticesinde olabileceği gibi şarta bağlı sözleşmelerde şartın gerçekleşmemesi halinde ödenen tazminat şeklinde de olabilir.Bu tazminatların vergi kanunları karşısında nasıl dikkate alınması gerektiği bu yazının konusunu oluşturmaktadır.
 
Bilindiği gibi Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazancın tespitinde indirilebilecek giderleri düzenleyen 40 ıncı maddesinin 3 üncü bendi şu şekildedir:
 
İşle ilgili olmak şartıyle, mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar
 
Bu madde hükmü kapsamında olmak üzere ticari kazanç sahipleri, gerçek usulde vergiye tabi zirai kazanç sahipleri, basit usule tabi mükellefler ödedikleri tazminatları gider olarak dikkate alabilmektedir. Serbest meslek erbabı GVK’nun 68/9, gayrimenkul sermaye iradı sahipleri ise GVK’nun 74/11 maddesi kapsamında ödedikleri tazminatları gider olarak kazançlarından indirebilmektedirler. Kurumlar vergisi mükellefleri de 40/3 üncü maddedeki şartlar dahilinde ödedikleri tazminatı gider yazabilmektedirler.
 
Biz, maddede geçen zarar ziyan ifadesi ile tazminat ifadesini aynı kapsamda mütalaa ederek açıklamalarımıza devam edeceğiz.
 
II. TAZMİNATIN GİDER YAZILABİLMESİ İÇİN KANUNDA VE UYGULAMADA ARANAN ŞARTLAR:
 
Madde metninden de anlaşılacağı gibi bir tazminatın gider yazılabilmesi için tazminat,
 
a.      İşle ilgili olmalı
b.      Bir Kanun hükmüne, mahkeme kararına veya sözleşmeye dayanmalıdır.
 
Öncelikle tazminat, ticari kazancın elde edilmesi ile ilişkili (illiyet bağı) olmalıdır.  Yapılan tazminat ödemesi, ticari kazancın elde edilmesine yönelik faaliyetlerin icrası esnasında başkalarına verilen zarar sebebiyle ödenmiş olması gerekir. Ticari faaliyetle ilişkisi kurulamayan zarar ziyan ve tazminat ödemelerinin gider kaydı mümkün değildir.
 
Bir Kanun hükmüne istinaden ödenen işle ilgili tazminatlarda herhangi bir tereddüt yoktur. Keza mahkeme ilamı sonucu ödenen tazminatlarda da işle ilgili olanların gider yazılabilmesi mümkündür.Ancak tazminat sözleşmeye istinaden ödeniyorsa bu sözleşmenin yazılı olması şarttır. Sözleşmenin yazılı olması gereği kanun metnindeki “mukavelename” ifadesinden anlaşılmaktadır. Yazılı olmayan  bir anlaşma neticesinde yapılan tazminat ödemelerinin gider kaydı mümkün değildir.
 
Ayrıca ödenen tazminatın kamu düzenine aykırı fiillerden kaynaklanmaması gerekir. Örneğin istiap haddinden fazla yüklendiği için, yol açtığı zararın telafisi için ödenen tazminat  trafikle ilgili düzenlemelere aykırı davranıldığı için gider olarak kabul edilmemiştir.[1]
 
Sözleşmenin tazminat ödemesinin vuku bulmasından sonra değil, işin başında yapılmış olması gerekir.[2] Genellikle tazminat gerektiren bir hukuki ihtilaf, yargıya intikal etmek üzereyken yargının vereceği nihai kararda daha fazla tazminat ödeme ihtimali ve davanın uzayacağı göz önünde tutularak sulh yoluyla çözümlenmeye çalışılmakta ve ödenen tazminatlar bu şekliyle gider kabul edilmemektedir. Sonradan yapılan bu tür sözleşmeler sulhname adını almaktadır. İşin başında yapılmamış bir sözleşmeden doğan tazminatın gider kaydı mümkün olmadığına göre sulhname  GVK’nun 40/3 maddesinde düzenlenen türden bir sözleşme olarak kabul edilemez. Buna dayanarak yapılan tazminat ödemelerinin de gider olarak dikkate alınabilmesi mümkün değildir.[3]
 
Maliye Bakanlığınca verilen bir muktezada[4] nakliyecilik yapan firmanın taşıdığı emtianın kaybolması sebebiyle ödediği tazminatın kanuna mahkeme ilamına veya sözleşmeye dayanmaması sebebiyle gider olarak dikkate alınamayacağı belirtilmiştir. Aynı konuda başka bir nakliyat şirketine verilen muktezada da[5] sözleşmenin başlangıçta yapılmamış olması gerekçe gösterilmiştir.
 
Bir sözleşmenin feshi için düzenlenen “fesihname” uyarınca ödenen tazminatlar da  GVK 40/3 maddesinde düzenlenen sözleşme kapsamında değildir. Fesihname daha önce yapılmış bir sözleşmenin sona erdirilmesi amacıyla sonradan düzenlenmektedir. Bu nedenle ticari işlemin başında yapılan ve koşullarını düzenleyen sözleşmelerden değildir.[6]
 
Ancak, önceden bilinemeyen bazı risk faktörlerinin gerçekleşmesi halinde mükelleflerin sonradan yapacakları eski tarihli bir sözleşme ile de Kanunun aradığı şartı sağladıkları bilinmektedir. Çünkü sözleşmenin noterden tasdikli olması gibi bir şart Kanun metninde yer almadığı gibi uygulamada da aranmamaktadır.
 
Prensip olarak tazminatı alan tarafın bunu hasılat olarak dikkate alıp almamasının tazminatı ödeyenin ve bunu sağlıklı belgelerle tevsik edebilenin gider kaydına tesir eden bir tarafı yoktur. Kanunda aranan şartlar dahilinde tazminat ödeyen bir kimsenin karşı tarafın bunu nasıl dikkate aldığı ile ilgilenmesi veya karşı tarafın kaydına göre işlem yapması söz konusu değildir. Tazminat vergi mükellefi olmayan bir kişiye de ödenebilir. Bu türden bir şahsın aldığı tazminat prensip olarak vergiye tabi bir kazanç oluşturmaz. Fakat bu husus Kanunda aranan şartlar dahilinde tazminat ödeyenin gider yazmasına engel değildir.
 
Ancak bir Danıştay kararında ödenen tazminatın karşı tarafta hasılat yazıldığı gerekçe gösterilerek gider kaydının mümkün olabileceği şeklinde ifadelere yer verilmiştir.[7] Bu karar mantıki açıdan yerindedir. Şayet bir tazminat, ödeyen bünyesinde gider, alan bünyesinde gelir olarak dikkate alınmışsa, örtülü kazanç veya muvazaalı bir durum ve Hazinenin de bir kaybı söz konusu değilse, (bize göre de) tazminatın Kanunda aranan şartları dahi ihtiva etmemesi gider kaydını engellememelidir.
 
Tazminat olarak ödenen tutarın büyüklüğü, karşılığında beklenilen ticari kazanç veya kayıp telafisi ile mütenasip olması da aranabilir. Sözleşmelerde yer alan tazminat tutarının fahiş olması halinde olayda muvazaa olduğu düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle tazminatın, ortaya çıkan zararla eşit olması veya en azından uyumlu olması gerekir. Ayrıca aynı  tür işlerde birbirinden farklı tazminat veya zarar ziyan ödemek mümkün değildir.[8]
 
Gerek kanun emrine, gerek mahkeme ilamına, gerekse sözleşmeye göre ödenen tazminatlar işletme sahibinin kendi suçundan kaynaklanmamış olması gerekir. Çünkü GVK’nun 41/5 maddesinde teşebbüs sahibinin suçlarından kaynaklanan tazminatların gider yazılamayacağı hükmedilmiştir. Ancak aynı maddedeki parantez içi hükme göre sözleşmelerde cezai şart öngörülmüş ise bu cezai şarttan doğan tazminatın işletme sahibinin kusuru aranmaksızın gider kabul edilebileceği belirtilmiştir. Bu konu ileride daha ayrıntılı ele alınmıştır.
 
Tazminatın kesinleşmesi gider kaydı için yeterlidir. Bunun ödenmiş olması bize göre gerekmez. Her ne kadar Kanun metninde “ödenen” tazminatların gider yazılabilmesi şeklinde bir lafzi ifade varsa da karşı tarafın tazminatı hukuken talep edebilir hale gelmiş olması, (mahkemenin olay hakkında karar vermiş olması veya sözleşmedeki cezai şartın gerçekleşmesi gibi) gider kaydının yapılabilmesine imkan verir. Bize göre GVK’nun 96 ncı maddesinde tarif edilen “hesaben ödeme” ifadesi her ne kadar tevkifatla ilgili hükme ait olsa da  istihkak sahiplerine karşı ödemeyi yapacak olanı borçlu durumda gösteren kayıt ve işlemler tazminat ödemeleri açısından da geçerli olmalıdır. Ödeme bilahare yapılsa dahi tazminatın tahakkuk etmesi yeterlidir.
 
Yapılan ödeme için herhangi bir belge düzenleme zorunluluğu söz konusu değildir. Ancak uygulamada gider pusulası düzenlendiği görülmekte ve bu belgenin kullanım amacının bu olmaması sebebiyle bu belgenin tazminat ödemelerinde kullanılmaması gerektiği[9] yapılan ödemelerin gelir ve gider niteliği haiz olduğundan bunların VUK’nun da belirtilen belgelerle tevsik edilmesi gerektiği savunulmaktadır.[10] Ancak bize göre ödemenin kasa veya banka makbuzu ile tevsik edilmesi yeterlidir. Çünkü yapılan tazminat ödemesinin zaten mahkeme kararına, sözleşmeye veya kanun emrine dayanması gerekir.
 
Tazminat yurtdışındaki kişi veya kuruluşa da ödenebilir. Önemli olan Kanunun aradığı şartların gerçekleşmiş olması ve bunun tevsik edilebilmesidir.

III. TEŞEBBÜS SAHİBİNİN SUÇLARINDAN DOĞAN TAZMİNATLAR:

Bilindiği gibi Gelir  Vergisi Kanunu’nun 41/5 inci bendi hükmüne göre her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlar kazanç tespiti esnasında gider olarak kabul edilmemektedir. Gelir Vergisi Kanununda yer alan bu hüküm, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası gereği Kurumlar Vergisi mükellefleri açısından da geçerlidir.
 
Madde hükmünün Gelir Vergisi Kanununda yer alması sebebiyle “teşebbüs sahibi” ifadesi prensip olarak gelir vergisine tabi gerçek kişiyi ifade etmektedir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 41 inci maddesinde “Bu maddenin uygulanmasında, kollektif şirketlerin ortakları ile adi ve eshamlı komandit şirketlerin komandite ortakları teşebbüs sahibi sayılır.” İfadesi yer aldığından bu şirket türleri açısından kimlerin teşebbüs sahibi sayılacağı açıkça belirlenmiştir.
 
Kurumlar vergisi mükellefleri açısından teşebbüs sahibi ifadesi kurumun bizzatihi kendisidir. Ancak tüzel kişiliğe yön veren ve idare eden yöneticiler söz konusudur. Bu anlamda eylem, karar alıcılar tarafından gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu kişilerin suçları sebebiyle ödenen tazminatları bu madde kapsamında düşünmek gerekir. Çünkü bu kişilerin kurumla ilgili suç sayılan fiilleri kurumun suçu sayılır.
 
Kanunda geçen “suç” ifadesi ise çeşitli müelliflerce farklı şekilde anlaşılmaktadır. Suç kavramı içinde Türk Ceza Kanununa göre ceza gerektiren bir fiilin yanı sıra ceza gerektirmeyen haksız fiillerin de dahil olduğu anlayışı olduğu gibi, sadece Ceza Kanununda sayılan fiillerin anlaşılması gerektiğini savunan görüşler de vardır.
 
Biz buradaki “suç” kavramının, kusur, ihmal gibi suç sayılmayacak davranışları kapsadığı görüşündeyiz. Eğer suç kavramı çok geniş yorumlanacak olursa hiçbir tazminatın gider yazılmaması sonucu doğar ve bu sonuç, böyle bir yorumun isabetsiz olduğunu gösterir.
 
Haksız fiil, borçlar hukuku alanında hukuka aykırı bir suretle başkasına zarar veren her türlü fiildir. Suç ise, kanuni tarife uygun olan maddi bir fiil ile iradi olarak hukuka aykırılığın meydana getirilmesidir.[11] Hukuka aykırı bir fiil kanun tarafından özel olarak tarif edilmiş ve bu fiile bir ceza da bağlanmışsa o fiil suçtur, aksi halde haksız fiildir.[12] Haksız fiil ile suç arasında nitelik bakımından değil, müeyyide bakımından fark görülmekte ve bu farkın başlıca sonucu da kanunda tarif edilmesine bağlanmaktadır.[13]
 
Haksız fillerde sorumluluğun en önemli unsuru “kusur” dur. Kusur kasıt ve ihmal olarak başlıca iki türe ayrılır. Kasıtta borçlu bilerek ve isteyerek borcun ifasını imkansızlaştırır. İhmalde ise borçlu bu sonucu istememekle beraber, imkansızlığın meydana gelmemesi için gerekli özeni göstermemiş bulunur.Kusur mutlaka müspet bir davranışın bir fiilin sonucu doğmaz. Bazen menfi bir tutum ve davranış da kusur teşkil edebilir.[14] Borçlunun kusurlu davranışlarının sonucu, uğranılan zararın tazminidir.
 
Her ne kadar haksız fiil ile suç arasında nitelik bakımından fark olmasa da GVK’nunda yer alan “suç” ifadesini Türk Ceza Kanunu’na veya diğer Kanunlara göre Devletçe hapis cezası veya para cezası ile cezalandırılması gereken fiil olarak anlamak lazımdır.[15]
 
Buna göre suç teşebbüs sahibinin eylemlerinden kaynaklanıyor ise, ödenen tazminatın gider olarak kabul edilmesi mümkün olmaz. Buna karşılık İdarenin anlayışı haksız fiiller sebebiyle ödenen tazminatların da gider yazılamayacağı yönündedir. Yani gerek haksız fiiller neticesinde ödenen tazminatlar gerekse Ceza Kanununda tarif edilen türden bir fiil neticesinde ödenen tazminatlar kazanç tespitinde gider olarak kabul edilmemektedir. Örneğin eczacının verdiği ilaç sebebiyle sakat kalan kimse için ödenen tazminat gider yazılamayacaktır. Çünkü burada eczacının şahsi kusuru söz konusudur.[16] Ancak bize göre eczacı bu fiilinden dolayı Ceza Kanunlarında yer alan bir suç tarifine giriyor ve bu suç bir cezayı gerektiriyorsa ancak o zaman ödenen tazminatın gider olarak kabul edilmemesi gerekir.
 
Diğer taraftan zamanında ödemediği ticari borçları nedeniyle fazladan ödediği mahkeme masrafları ve avukatlık ücretleri işletme sahibinin kusuru sayılarak gider olarak kabul edilmemiştir.[17] Bu son derece hatalı bir anlayıştır. Ticari hayatta bir para borcu gerek nakit darlığı sebebiyle gerek başka sebeplerle ödenemeyebilir. Hatta işletme sahibi isteyerek dahi bu para borcunu ödemeyebilir. Şayet olayda muvazaa veya örtülü kazanç dağıtımı gibi bir husus söz konusu değilse zamanında ödenmeyen borçlar için ödenen faizler ticari yaşamın doğal bir gereği olarak kabul edilmeli ve gider kaydına müdahale edilmemelidir.  Keza Bakanlıkça verilen bir muktezada[18] da vaktinde ödenmeyen kıdem tazminatları sebebiyle mahkeme kararına göre ödenmiş olsa bile bu tazminatlara ilişkin faizlerin gider yazılamayacağı belirtilmiştir. Bu mukteza da son derece hatalıdır. Çünkü ortada “suç” yoktur. Kaldı ki yapılan ödeme mahiyet itibariyle tazminat değil faizdir (finansman gideridir).
 
Hatta mükellefin kendisine isnat edilen vergilemeye ilişkin matrah fark ve cezaları da kendi kusuru sayılmakta ve vergi davası sebebiyle ödenen müşavirlik ve avukatlık  ücretlerinin matrahtan indirilmesi kabul edilmemektedir.[19] Bununla birlikte mükellefin ihtilaf konusu yaptığı vergi tarhiyat ve cezalarında mahkeme kararına göre haklı çıktığı bir durumda avukatlık ve müşavirlik ücretlerinin gider yazılmaması için bir sebep kalmamaktadır.[20] Nitekim Danıştay makul bir tutarı aşmadığı sürece mali müşavirlere vergi davalarını izlemeleri için ödenen ücretlerin gider kaydedilmesinde ticari işletmenin özsermayesinin korunması gayesini gerekçe göstererek bir sakınca görmemektedir.[21]
 
GVK’nun bahsi geçen 41/5 maddesinde parantez içinde yer verilen hükme göre sözleşmelerde ceza şartı olarak belirtilen tazminatların cezai mahiyette olmadığı düzenlenmiştir.Sözleşmelerde ceza şartı olarak belirtilen ve bu şarta göre ödenen tazminatlarda işletme sahibinin şahsi kusuru olup olmadığı aranmaz. Danıştay’ın bu yönde verdiği bir kararda satılan emtianın süresinde teslim edilmemesi nedeniyle satış sözleşmesine istinaden ödenen gecikme cezasının yükümlünün kusurundan kaynaklanmış olmasına rağmen gider olarak dikkate alınabileceği hükmedilmiştir.[22] Keza Bakanlıkça verilen başka bir muktezada bankadan alınan kredilerin anapara ve faizlerinin zamanında ödenmemesi sebebiyle sözleşme gereği ödenen gecikme faizlerinin gider olarak indirilebileceği şeklindedir.[23]
 
Ancak bazı olaylar vardır ki kusurun bir kısmı teşebbüs sahibine bir kısmı ise karşı tarafa aittir. Buna rağmen teşebbüs sahibi tazminat ödemekle yükümlü kılınmıştır. Böyle durumlarda ödenen tazminatın teşebbüs sahibinin kusuruna isabet eden kısmının kazançtan indirilmemesi gerektiği düşünülmektedir. Bu duruma en iyi örnek iş kazaları sebebiyle mahkeme kararıyla işçilere ödenen tazminatlardır. Mahkeme kararında yer alan tazminatta işverenin kusurlu olduğu orana isabet eden tazminatın gider yazılmasına müsaade edilmemektedir.[24] Dikkat edilirse bu muktezada işveren suçlu değil kusurlu bulunmuştur. Ölüme sebebiyet veya benzer bir suç işlendiği gerekçesi ile işveren aleyhine amme davası açılıp, işveren suçlu bulunmadığı sürece tazminatın gider kaydı engellenmemelidir.[25]Genellikle yargıya intikal eden bu türden olaylarda iş kazasının meydana gelmemesi için işveren tarafından gereken bütün tedbirlerin alınıp alınmadığı araştırılmakta şayet işverenin bir kusuru olmaksızın iş kazasının işçinin dikkatsizliğinden kaynaklandığı tespit edilirse ödenen tazminatın gider yazılabileceği hükmedilmektedir.[26] Bize göre yargının burada kusur değil suç sayılacak bir fiili araması gerekir.
 
Uygulamada rastlanılan diğer bir tazminat ise, sendikal faaliyetler nedeniyle işten çıkarıldıkları gerekçesiyle iş mahkemesi tarafından işçi lehine hükmedilen tazminatlardır.  1475 sayılı İş Kanunu’nun 13/e maddesinde sendikaya üye olması ve şikayette bulunması gibi sebeplerle ve genelde kötü niyetle işten çıkarılan işçilere ihbar önellerine ilişkin ücretlerin yani ihbar tazminatlarının üç katı tutarında tazminat ödeneceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 31 nci maddesinde sendikaya üye olan işçilere  bu sebeple farklı işlem yapan ve onları bu sebeple işten çıkaran işveren hakkında işçi ücretinin bir yıllık tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedileceği[27] açıklanmıştır.  Gerek İş Kanununa göre, gerekse Sendikalar Kanununa göre ödenen tazminatların nitelikli bir ihbar tazminatı olarak kabul edilmesi ve ücret sayılmak suretiyle vergiye tabi tutulması ve işveren tarafından gider yazılması gerektiğini söylemek mümkündür. Bu şekilde ödenen tazminatların suçtan doğan ve cezai nitelik taşıyan bir yönü olmadığı ve ücret ödemesi sayıldığı için GVK’nun 41/5 maddenin esprisine aykırı düşmeyeceği ortadadır.
 
Tazminat ödemesinin kanunun yasakladığı bir alana ilişkin olmaması da gerekir. Gayrimeşru ödemelerin gider yazılması söz konusu olamaz. Örneğin ihaleye giren rakip firmalara ihaleye girmemeleri karşılığı olarak ödenen meblağların gider yazılması mümkün değildir. Keza üretim dalında rekabetin azaltılması amacıyla, aynı dalda uğraşan işyerinin kapatılması için ödenen paraların gider yazılamayacağı karar altına alınmıştır.[28] Karşı firmanın aldığı paralar ise matraha dahil edilir.

IV. PERSONELİN FİİLLERİNDEN DOLAYI ÖDENEN TAZMİNATLAR:

Sadece teşebbüs sahibi değil, işletmede çalışan personelin de kusurlu davranışları sebebiyle tazminat ödenmesi söz konusu olabilmektedir. İstihdam edilen kimse işle ilgili kusurlu davranışından ötürü bir kişi veya firmaya zarar vermiş olsa bu zararın tamamı işverene yüklenebilir. Bunun yasal dayanağı olan Borçlar Kanunu’nun 55 nci maddesinde istihdam edenlerin mesuliyeti başlığı altında şu hüküm yer almaktadır:
 
Başkalarını istihdam eden kimse, maiyetinde istihdam ettiği kimselerin ve amelesinin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıkları zararlardan mesuldür. Şu kadar ki böyle bir zararın vuku bulmaması için hal ve maslahatın icabettiği bütün dikkat ve itinada bulunduğunu yahut dikkat ve itinada bulunmuş olsa bile zararın vukuuna mani olamayacağını ispat ederse mes’ul olmaz.
 
İstihdam eden kimsenin, zamin olduğu şey ile zararı ika eden şahsa karşı rücu hakkı vardır.”
 
Kanunun istihdam ifadesinden sadece iş akdi ile hizmetinde olan kimseler anlaşılmaması gerektiğini,[29] herhangi bir akit olmaksızın yardımcı ile iş sahibi arasında tabiyet ilişkinin bulunmasının mesuliyet açısından yeterli olduğunu[30] savunanlar olduğu gibi iş akdinin mevcudiyetinin gerekli olduğunu savunanlar da vardır.[31] Konumuz itibariyle bu detaya girmeden iş akdi bulunan kimselerin üçüncü şahıslara verdiği zarardan doğan mesuliyetin şartlarını izah etmekle yetineceğiz. [32]
 
Öncelikle istihdam edilenin kusuru olmasa da yapılan fiil hukuka aykırı ise çalıştıran yine mesuldür.[33]Ancak istihdam eden kimse maiyetindeki kişilerin işlerine ilişkin tüm tedbirleri almış, gerekli talimatları vermiş, işin gerektirdiği tüm dikkat ve itinada bulunmuş, işle ilgili mevzuatın gerektirdiği tüm çalışma şartlarını temin etmiş ve bütün bunlara rağmen zararın ortaya çıkmasına mani olamayacağını ispat etmişse mesuliyetten kurtulur.
 
Bununla birlikte ortada bir sözleşme varsa ve bu sözleşmenin hükümlerinin yerine getirilmesi istihdam edilenin fiili ile gerçekleşemiyorsa işveren gerekli özen ve dikkati gösterdiğini ispatlasa dahi sorumluluktan kurtulamaz. Oysa haksız fiillerde iş sahibinin yardımcı kişilerden dolayı sorumluluğu bir kurtuluş beyyinesi ile hafifletilmiştir.[34] İşsahibinin sorumluluğu şeklinde adlandırılan bu sorumluluk bir kusursuz sorumluluktur. Bu sorumluluk iş sahibinin özen borcuna dayandırılmaktadır.[35]
 
Ortaya çıkan zararın iş ile ilgili olması şarttır. Zarar yardımcı kişinin işini kötü görmesinden doğmuşsa iş ile zarar arasında sıkı bir ilişki var demektir. Örneğin inşaatta çalışan bir işçinin tuğlayı yoldan geçenin başına düşürmesi halinde mesuliyet işverenindir. Çünkü zarar işle ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Ancak fabrikadaki işçilerin birbiri ile kavga etmesi sebebiyle bir işçinin yaralanmasından işveren mesul tutulamaz.Çünkü burada işle ilgililik yoktur.[36] 
 
İşletme sahibi, Borçlar Kanunu’nun istihdam edenlerin kusursuz sorumluluğunu öngören hükümleri çerçevesinde sorumlu sayılarak ödemek zorunda kaldığı zarar ziyan ve tazminatları masraf yazabilmektedir.[37]
 
İşle ilgili olmak şartıyla, istihdam edilenin kusuru olmasa da ödenen tazminatların yanı sıra, suç sayılacak bir fiili dolayısıyla ödenen tazminatlar da gider yazılabilmektedir. Örneğin gazetede yayınlanan bir yazı nedeniyle gazete işletmesi, mahkemece tazminata mahkum olmuş ve ödediği tazminat yazarın suç niteliğinde bir fiilinden kaynaklanmasına rağmen yayıncılık mesleği ile ilgili olması sebebiyle gider kabul edilmiştir.[38] Keza Danıştay’ın kamyon işleten yükümlünün ölüme sebebiyet vermesi nedeniyle ölen kişinin yakınlarına ödediği tazminatın gider yazılabileceği yönünde kararı mevcuttur.[39]
 
Bu yargı kararlarından da anlaşıldığı kadarıyla Borçlar Kanunu’nun yukarıda metni verilen hükmü çerçevesinde işverenin ödediği tazminatla ilgili olarak rücu hakkını kullanıp kullanmaması, ödediği tazminatı gider olarak dikkate almasına engel bir durum yaratmamaktadır. Çünkü Kanun tazminatın gider yazılabilmesine ilişkin şartları düzenlemiş olup bu şartlar arasında ödenen tazminatın geri alınabilmesine ilişkin bir düzenleme yoktur. Elbette işverenin rücu ederek almış olduğu tutar gelir niteliğindedir. Ancak işverenin rücu etmesi ve alacağı bedelin gelir yazılması gerektiği ileri sürülerek gider kaydına mani olmak mümkün değildir. Çünkü Borçlar Kanunu bu konuda işverene bir zorunluluk değil bir hak tanımıştır. İşveren çeşitli sebeplerle işçisine rücu etmeyebilir, bize göre bu durum, işçisi sebebiyle ödediği tazminatı gider yazmasına engel teşkil etmez. Uygulamada da personelin fiili sebebiyle ödenen tazminatlarda personel kasıtlı olmadığı sürece işverenler tarafından tazminatın tahsili cihetine gidilmemektedir. Kaldı ki gidilse dahi çoğu zaman salt emeği ile hayatını idame ettiren ve varlığı olmayan kişilerden (ödenen paraların) tazmini mümkün olmayabilir. Bu durumda da işverenin takipsiz kalan bu alacağını gider yazabilmesi mümkün olmalıdır. Dolayısıyla sonuç olarak takipsiz kalması muhtemel olan bu rücu hakkının kullanılmaması eleştiri konusu yapılmamalıdır.
 
İşveren ve işçinin birlikte suçlu olduğu durumlarda işçisine kusuru derecesinde rücu edebilecek olan işverenin rücu edemediği tutar kendi fiilinden kaynaklandığı için gider olarak kabul edilmeyecektir.[40]Böyle bir durumda işveren kendi suçuna isabet eden kısmı kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alırken işçinin kusuruna isabet eden kısmı ister gider yazabilecek, isterse bu alacağı da geçici bir alacak hesabında bekletebilecek ve tahsil cihetine gidebilecektir. İşveren işçisinden olan bu alacak hakkından vazgeçtiği takdirde işçiye menfaat temin edildiği gerekçesi ile vergileme yapılamaz. Çünkü ortada bir tazminat ödemesi söz konusu olup, işçinin kusurundan kaynaklanan kısmın tahsil edilmemesi, işçiye menfaat sağlandığı anlamına gelmez. İşveren tarafından personelin vermiş olduğu zarar sebebiyle yapılan tazminat ödemesi, karşı tarafın kaybını telafi için yapılmış olup aynı zamanda bir Kanuni gerekliliğin sonucudur. Bu anlamda işçinin kusurlu davranışının işveren tarafından telafisindeki unsur işçiye menfaat sağlamak değildir. Sadece bu temel hukuki çıkış noktası bile kanaatimizce işçiden tahsil edilmeyen tazminatın ücret olarak addedilmesine engel bir durumdur.
 
V. ÖZET VE SONUÇ :
 
Gelir Vergisi Kanunun 40/3 üncü maddesi uyarınca, gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri işle ilgili olmak kaydıyla,
 
-            Bir kanun hükmüne veya,
-            Bu mükellefi tazminat ödemeye mahkum eden bir mahkeme kararına veya,
-            Tazminat ödenmesini öngören, önceden yapılmış bir sözleşmeye
 
istinaden tazminat ödemek zorunda kaldıkları takdirde, bu tazminat prensip olarak ödendiği veya kesinleştiği yılda gider yazılabilmektedir.
 
Ancak bunun için tazminatın, teşebbüs sahibinin suçundan doğmamış olması gerekmektedir. (GVK Md.41/5) Buradaki “teşebbüs sahibi” ve “suç” kavramlarının kapsamı konusunda tereddütler vardır.
 
Çoğu mükellef tüzel kişi (A.Ş., Ltd.... ) olduğundan bunların tazminat ödemeleri personel veya yöneticilerin fiillerinden kaynaklanmakta olup, tüzel kişiliğin tazminata sebebiyet veren şahsa rucu hakkı mevcuttur. Bu hakkın kullanılıp kullanılmaması açılarından tereddütlü noktalar vardır.
 
Bu yazımızda, yukarıda özetlediğimiz konular, sınırlı bir hacim içinde açıklanmaya çalışılmıştır. Bir çok bakımdan belirsizliklere sahne olan söz konusu 40/3 ve 41/5 inci maddelerin uygulanmasında, olay bazında ve bu yazımızdaki açıklama ve örnekler dikkate alınarak özel değerlendirmeler yapılması gerekmektedir.

02 Ağustos 2018

VERGİ İNCELEME ŞEKİLLERİ

Mahmut Bülent YILDIRIM
Yeminli Mali Müşavir
b.yildirim@vdd.com.tr
1-GİRİŞ:
Ülkemizdeki vergilendirme sistemi beyan esasına dayanmakta olup, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak ve tespit etmek maliye idaresinin görev ve yetkileri arasındadır. Bu denetimi vergi denetim elemanları vasıtasıyla ve birtakım süreçler neticesinde gerçekleştirir.
Gerek vergi inceleme birimleri gerekse maliye teşkilatındaki diğer birimlerin teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenleyen ana metin 178 Sayılı “Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname[1]dir. 646 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname[2] ile 178 Sayılı KHK da çok önemli değişiklikler yapılmış ve vergi incelemeleriyle yetkili bir kurul olan Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı kurulmuştur. Kurul bünyesinde Vergi Müfettiş ve Müfettiş Yardımcıları bulunmakta olup vergi incelemesi başta olmak üzere kurul tarafından verilecek diğer görevleri yapmaktadırlar.
Vergi incelemesine yetkili olanlar Vergi Usul Kanununun 135. Maddesinde düzenlenmiş olup; Vergi incelemesi; Vergi Müfettişleri, Vergi Müfettiş Yardımcıları, ilin en büyük mal memuru veya vergi dairesi müdürleri tarafından yapılır. Gelir İdaresi Başkanlığının merkez ve taşra teşkilatında müdür kadrolarında görev yapanlar her hal ve takdirde vergi inceleme yetkisini haizdir. Şeklindedir.
Özellikle vergi afları, referandum süreci gibi bir takım etkenlerle birkaç yıldır çok fazla vergi incelemesi yapamayan Vergi Denetim Kurulunun, önümüzdeki süreçte vergi incelemelerine hız vereceği kamuoyuna yansıyan bilgilerdir. Bu çalışmada Vergi Müfettişleri tarafından hangi tür vergi incelemeleri yapıldığı ele alınarak muhtemel vergi incelemelerine yönelik olarak bir perspektif çizmeye çalışılacaktır.
2-VERGİ İNCELEME TÜRLERİ
2.1-Aramalı İncelemeler:
Yapılan bir ihbar veya yapılan bir inceleme dolayısıyla bir mükellefin vergi kaçırdığına yönelik emareler bulunursa, bu mükellef veya kaçakçılıkla ilgisi görülen diğer şahıslar nezdinde ve bunların üzerinde arama yapılabilir. Arama kararı ancak vergi incelemesine yetkili olanlar tarafından alınır ve bunu da yazılı olarak Sulh Yargıcından istemesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, bir mükellef nezdinde arama yapılabilmesi için;
a) İncelemeyi yapanların buna lüzum görmesi ve gerekçeli bir yazı ile arama kararı vermeye yetkili Sulh Yargıcından bunu istemesi gerekir.
b) Sulh Yargıcının istenilen yerlerde arama yapılmasına karar vermesi gerekir.
Aramada bulunan ve incelenmesine gerek görülen defter ve belgelerin ayrıntılı olarak tutanakla tespit olunması gerekir. Arama sırasında zaman yetersizliği gibi nedenlerle ayrıntılı tutanağın tanzimi mümkün olmazsa defter ve belgelerin konulduğu yer veya kapların mühürlenmesi ve durumun bir tutanakla tespit edilmesi gerekir. Daha sonra mührün fekki (mührün koparılması, kesilmesi) işlemi gerçekleştirilir ve durum yine bir tutanakla tespit edilerek vergi incelemesine başlanılır.
Arama ile alınan defter ve belgeler, mükellef veya temsilcisinin hazır bulunduğu bir ortamda ayrıntılı olarak tutanakla tespit edilerek vergi incelemesine başlanır. Aramalı incelemeler en geç üç ay içinde tamamlanarak defter ve belgeler tutanakla geri verilir. Haklı sebeplerin varlığı halinde 3 ay içinde bitmeyen incelemeler sulh yargıcının kararı üzerine uzatılabilir.
İnceleme sırasında vergi ile ilgisi olmayan şahsi ve özel mektup ve diğer evrakların sahiplerine geri verilmesi gerekmektedir. Arama neticesinde defter ve belgeleri alınan mükellefin beyanname verme ödevi ortadan kalkmaz. Ancak defter ve belgelerin alındığı tarihten beyannamenin verileceği tarihe kadar olan süre bir aydan az ise beyanname verme süresi bir ay uzar ve ek süre bu müddetin sonundan başlar.
Mükelleflerin, arama ile el konulan defter ve belgeler üzerinde, vergi inceleme elemanının huzurunda incelemeler yapmaya, suret ve kayıtlar çıkarmaya hakları vardır.
2.2-İhbar İncelemeleri:
İhbar etmek, kanunların suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayı yetkili makama gizlice bildirme, ele vermedir. Herhangi bir kişi ya da kurumun vergi kaçırdığına dair kamu makamlarına verilen yazılı dilekçeler istinaden yapılan incelemelerdir. Dilekçeler başka kamu kurumlarına verilmiş ise örneğin Savcılık, Valilik vb gibi bu kurumlar tarafından Maliye Bakanlığı’na gönderilerek gereğinin yapılması sağlanır.
Dilekçeler 3071 sayılı “Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun[3]  uyarınca ihbarcının ad soyad imza ve adres bilgilerini taşımalı ve ihbara ilişkin somut bilgiler içermelidir.
İhbar incelemeleri neticesinde ihbarcının talep etmesi halinde ve inceleme neticesinde bulunan matrah farkı ile ihbar dilekçesi arasında illiyet bağı varsa ihbar ikramiyesi verilebilir. İhbar ikramiyesi, “Menkul ve Gayrimenkul Emval ile Bunların İntifa Hakları ve Daimi Vergilerin Mektumatı Muhbirlerine Verilecek İkramiye Hakkında Kanun ”[4] hükümlerine istinaden verilmektedir.
Söz konusu madde “Bina, arazi ve arsalardan tahrir harici kalanlar ile kazanç, hayvanlar, veraset ve intikal, muamele, dahili istihlak ve damga gibi daimi vergilerden yanlış beyanname vermek veya çift defter tutmak veya sair suretlerle ketmedilmiş olanları haber verenlere tahakkuk edecek vergi ve misil cezaları mecmuu üzerinden aşağıdaki nispetler dahilinde ikramiye verilir.
– 500 liraya kadar yüzde 15
– 5 000 liraya kadar, 500 liradan yukarı olan kısım için yüzde 30
– 15 000 liraya kadar, 5 000 liradan yukarı olan kısım için yüzde 20
– 15 000 liradan yukarı olan kısım için yüzde 10
Bu nispetlere göre hesap olunacak ikramiyenin üçte biri verginin kati surette tahakkukunda ve üçte ikisi verginin tahsili akabinde verilir. Muhbirleri mevcut olupta tahakkuk muamelesi henüz intaç edilmemiş olan bu kabil mektumların muhbirlerine dahi işbu maddenin hükümlerine göre ikramiye verilir. Bilümum malmemurları ile tahrir ve tahmin heyetleri mensuplarına ve tahakkuk muamelesinde vazifedar olanlara ikramiye verilmez.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Buna göre ihbar ikramiyesinin 1/3 ü verginin tahakkuk aşamasında geri kalan 2/3 ü ise tahsil aşamasında verilir.
Ayrıca,
– Vergi muameleleri ve incelemeleri ile uğraşan memurlar,
– Vergi kanunlarına göre oluşturulan komisyonlara iştirak edenler,
– Vergi mahkemeleri , bölge idare mahkemeleri ve Danıştay da görevli olanlar,
– Vergi işlerinde kullanılan bilirkişiler,
ihbar ikramiyesi alamazlar.
2.3-Sektör İncelemeleri:
Vergi Denetim Kurulu tarafından yapılan analizler neticesinde tespit edilen sektörlere yönelik olarak yapılan vergi incelemeleridir. Bu sektörler tespit edilirken vergi kayıp ve kaçağının çok fazla olduğu düşünülen sektörler analiz edilerek sektörde faaliyet gösteren işletmelerin tamamı ya da bir kısmı incelemeye alınır.
Örneğin Vergi Denetim Kurulu nun 2015 yılı Faaliyet Raporuna göre;
– Dijital televizyon hizmeti veren mükelleflerin, bu hizmetten yararlanan tüketicilerden tahsil ettikleri aktivasyon ücretlerinin kayıt dışı bırakıldığı yönünde yapılan çalışmalar sonucunda, bu sektörde faaliyet gösteren 50 mükellef vergi incelemesine sevk edilmiştir. Bu kapsamda yürütülmekte olan incelemeler 2015 yılı içerisinde de devam etmiş olup 2015 yılı sonu itibariyle tamamlanan incelemelerde 8.336.611,97 TL matrah farkı, 2.653.137,63 TL vergi farkı tespit edilerek 9.506.128,54 TL ceza kesilmesi öngörülmüştür.
– Ülkemize kaçak yollarla sokulan çayların neden olduğu muhtemel vergi kayıp kaçağının tespiti ve önlenebilmesine yönelik yapılan çalışmalar sonucunda bu sektörde faaliyet gösteren 38 mükellef incelemeye sevk edilmiştir. Bu kapsamda yürütülmekte olan incelemeler 2015 yılı içerisinde de devam etmiş olup, 2015 yılı sonu itibariyle tamamlanan incelemelerde 3.062.753,16 TL matrah farkı, 308.285,42 TL vergi farkı tespit edilerek 654.908,38 TL ceza kesilmesi öngörülmüştür.
– Ankara Organize Vergi Kaçaklığı ile Mücadele Grup Başkanlığı Vergi Müfettişleri tarafından yürütülen bir inceleme ve araştırma görevi kapsamında düzenlenen Görüş ve Öneri Raporu ile inşaat sektöründe kayıt dışılığın yüksek oranlarda olduğu, müteahhitlerin çalıştırdıkları işçileri sosyal güvenlik kurumuna kayıt ettirmeden kayıt dışı olarak ya da taşeron firmaların işçilerini kendi adlarına kayıt ettirerek çalıştırdıkları, çeşitli nedenlerle inşaat maliyetlerini belgelendiremedikleri, bu maliyetleri sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanarak giderdikleri, bu şekilde vergi kayıp ve kaçağına sebep oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Bu kapsamda 1376 mükellef incelemeye sevk edilmiş olup, yürütülmekte olan incelemeler 2015 yılı içerisinde de devam etmiştir. 2015 yılı sonu itibariyle tamamlanan incelemelerde 60.666.889,91 TL matrah farkı, 8.815.958,95 TL vergi farkı tespit edilerek 26.849.474,50 TL ceza kesilmesi öngörülmüştür.
2.4-Risk Analizi İncelemeleri:
Vergi Denetim Kurulu bünyesinde oluşturulan VDK-MERAM (Merkezi Elektronik Risk Analiz ve Mükellef Seçim Programı) ile her türlü bilgi, veri ve istatistik kullanılarak mükelleflerin faaliyetleri; gruplar ve sektörler itibarıyla analiz edilmekte, mukayeseler yapılmakta ve bu suretle risk alanları tespit edilmektedir.
Vergi Denetim Kurulu bünyesinde Risk Analiz Programı Mali İstihbarat Modülü oluşturulmuş; ihbarlar, görüş öneri raporları, incelemenin genişletilmesi talepleri, araştırma geliştirme raporları, projeler, eylem planları, diğer kamu kurumlardan gelen her türlü yazı ve yürütülen medya takip çalışmaları mükellefler ile ilişkilendirilmeye başlamıştır.
Mükellefler Risk analizlerine tabi tutulurken aşağıdaki verilerden yararlanılmaktadır:
– E-Beyanname verileri – Diğer Bildirimler
– Bilanço ve gelir tablosu verileri
– Ödeme ve Tahsilat bilgileri
– Ticaret Sicil bilgileri
– Mükellefler nezdinde daha önce yapılmış olan denetimler neticesinde düzenlenen raporlar
– Ba-Bs Bildirimleri
– İlişkili Kişi Bilgi Bildirim ve Beyanları
– Gümrük Beyannameleri
– Diğer Kurum Bilgileri
– Tapu idaresinden gelen bilgiler
– Banka ve diğer finans kuruluşlarından gelen bilgiler
– SGK dan gelen bilgiler,
– Gümrük İdaresinin yapmış olduğu denetimler ile kurumdan gelen bilgiler
Bu bilgiler çerçevesinde yapılan analizler neticesinde aşağıdaki kriterlere göre riskli mükellefler tespit edilmektedir.
– Sektör ortalamasından sapma gösteren mükellefler
– Yanıltıcı veya hatalı bildirim analizleri
– Gider fazlalığı analizleri,
– Ba Bs analizleri neticesinde tespit edilen uyumsuzluklar
– Satışlar kaynaklı analizler ve düşük kâr marjı beyan edenler
– Örtülü kazanç analizleri
– Örtülü sermaye analizleri
– Muhasebe hesap analizleri
– Yanıltıcı ve hatalı beyan analizleri
Bu veriler ve yapılan analizler neticesinde aşağıdaki gerekçelerle mükellefler vergi incelemesine alınabilirler;
– Bilançodaki kasa hesabında günlük ihtiyacın çok üzerinde nakit bulunması,
– Sürekli devreden KDV çıkması,
– Sürekli zarar beyan edilmesi,
– İşletmenin düşük kârlılık oranıyla çalışması,
– Karlılık oranının ya da ciroların ani artış ya da düşüş göstermesi,
– Bilançolarında yer alan kasa ve banka hesaplarında nakit bulunduğu halde yüksek tutarlı banka kredisi kullanımı,
– Finansman giderlerinin yüksek olması,
– Şirket ortağına yüksek tutarlı borç para verilmesi,
– Şirketin bilançosunda bir yandan banka kredisi ve kredi faiz ödemeleri olması aynı zamanda da ortaklardan alacaklar hesabının bulunması,
– Şirket ortağına sermayenin üç katından fazla borçlanılması,
– POS satışlarının sektör ortalamasının altında ya da üstünde olması,
2.5-Usul İncelemeleri:
Özellikle son dönemlerde Vergi Denetim Kurulu tarafından sıklıkla yapılan incelemelerdendir. Bu incelemelerde mükelleflerin gerek vergi kanunları, gerek beyannameler gerekse tek düzen muhasebe sistemi şekle ve usule aykırı iş ve işlemleri yönünden incelenmektedir.
Bu kapsamda yapılan vergi incelemelerinde aşağıdaki konulara bakıldığını söyleyebiliriz;
– 7.000,00-TL yi aşan ödemelerde tevsik zorunluluğuna uyulup uyulmadığı,
– Defter tasdiklerinin süresinde yapılıp yapılmadığı,
– Defter kayıtları ile beyannamelerin uyumlu olup olmadığı,
– e fatura düzenlenmesi gerekirken düzenlenip düzenlenmediği,
– Kanunen kabul edilmeyen giderlerin mevzuata uygun olup olmadığı,
– Dönem sonu değerlemelerin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı,
– Amortismanların usulüne uygun ayrılıp ayrılmadığı,
– Devreden zarar mahsuplarının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı,
– Bağış ve yardımların usulüne uygun muhasebeleştirilip muhasebeleştirilmediği,
– Mükelleflerin vergiden istisna olarak dikkate aldıkları hususlarda istisna şartlarının taşınıp taşınmadığının incelenmesi,
2.6-SMİYB Düzenleyici İncelemeleri:
Sahte belge Vergi Usul Kanununda tanımlanmış olup, gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge sahte belgedir. Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge ise; gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belgedir.
Vergi Usul Kanununun 232. Maddesi fatura kullanma mecburiyetini düzenlemiş olup;
Birinci ve ikinci sınıf tüccarlar, kazancı basit usulde tespit edilenlerle defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçiler:
  1. Birinci ve ikinci sınıf tüccarlara;
  2. Serbest meslek erbabına;
  3. Kazançları basit usulde tespit olunan tüccarlara;
  4. Defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçilere;
  5. Vergiden muaf esnafa.
Sattıkları emtia veya yaptıkları işler için fatura vermek ve bunlar da fatura istemek ve almak mecburiyetindedirler.
Gerek Vergi Usul Kanununu gerekse Türk Ceza Kanununda cezai müeyyide altına alınmasına rağmen zaman zaman bazı kişilerin sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge (SMİYB) düzenlemek suretiyle kaçakçılık yaptıkları aşikârdır. Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya kullananlar on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla, sahte belge düzenleyen veya kullananlar ise, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
SMİYB düzenleme incelemelerinin çıkış noktası mükellefler hakkında yapılan ihbarlar, mali polis dinleme ve izleme faaliyetleri, Ba Bs analizleri gibi verilerdir.
Katma Değer Vergisi Uygulama Genel Tebliği’nin[5] Özel Esaslar başlıklı 3.1. bölümünde sahte fatura kullanma ile ilgili tanımlara ve açıklamalara verilmiştir.
Buna göre SMİYB incelemelerinde;
– İnceleme dönemi veya incelemeye konu dönemlere ilişkin yoklamalar yapılmak suretiyle mükellefin gerçek bir faaliyetinin bulunup bulunmadığı (ilgili dönem mahalle muhtarı, site yöneticisi ve/veya çevredekilerin mükellefin eylem tarihindeki durumuna ilişkin ifadeleri vb.),
– Belgeye konu mal hareketinin gerçekte olup olmadığının fiili veya kaydi envanter ya da randıman incelemesi, karşıt inceleme ve tespit, nakliye, ödeme/tahsilat vb. kanıtlarla tespiti,
– Ticari ilişkisinin olup olmadığı hususu ve ticari ilişkide bulunduğu firmalar,
– Ortaklık yapısı ve ortaklara ilişkin analizler,
– Muhasebecisine yönelik tespitler,
– Maliye Bakanlığı bünyesinde yer alan, hakkında inceleme yapılanlara ve ticari ilişkide bulundukları mükelleflere ilişkin bilgiler,
– Sahte belge ticareti varsa komisyon geliri elde edilip edilmediği,
– Mükellefiyetle ilgili ödevlerin yerine getirilip getirilmediği,
gibi hususlar rapora bağlanmaksızın ya da tespit edilmeksizin bir belgenin sahte olduğu gerekçesiyle mükellef hakkında işlem uygulanmaz.
2.7-SMİYB Kullanıcı İncelemeleri:
Haklarında SMİYB düzenleme raporu bulunan mükelleflerin düzenlemiş oldukları faturalar, SMİYB kullanıcı incelelemelerine tabi tutulurlar. Bu incelemelerin ilk aşamasında vergi daireleri mükellefler tarafından beyan edilen Ba Bs bildirimlerinden hareketle mükellefleri sahte belge kullandıkları yönünde izaha ve düzeltmeye davet etmekte, bu durumu izah edemeyen veya düzeltme yapmayan mükellefler ise vergi incelemesine sevk edilmektedir.
SMİYB incelemeleri gelir veya kurumlar vergisi ile katma değer vergisi yönünden yapılmakta ayrıca belli şartların varlığı halinde de ayrıca sahte belge kullanma fiilini bilerek işleyenler hakkında Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmaktadır.
3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun[6] 29. Maddesi katma değer vergisinde indirim mekanizmasını düzenleyen maddedir. Buna göre,
Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilirler.
Dolayısıyla buradan hareketle sahte olan yani vergi usul kanununun belirlediği anlamda bir fatura olmayan sahte faturada gösterilen katma değer vergisinin indiriminin kabulü bu madde hükmüne göre mümkün değildir. Zaman zaman katma değer vergisinde sorumluluk kavramından hareketle sahte faturada gösterilen katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmediği söylense de kanun hükmü doğrultusunda sahte faturada gösterilen katma değer vergisinin kabul edilmeme gerekçesi sahte faturanın gerçek anlamda bir fatura özelliği taşımamasıdır.
Netice itibariyle, sahte olduğu vergi inceleme raporlarıyla tespit edilmiş olan faturaları kanuni defter kayıtlarına ve katma değer vergisi beyanlarına yansıtmış olan mükelleflerin bu sahte faturalarda gösterilen vergiyi indirim hakkı bulunmamakta, indirmiş olanlar ise bu vergiyi ya kendileri beyannamede düzeltme yoluna gitmekte ya da vergi incelemesi yoluyla vergi tarhiyatı yapılmaktadır. Ayrıca tarhiyata maruz kalan mükelleflerin olayın niteliğine göre bu vergiye isabet eden verginin tek katı veya üç katı tutarında vergi ziyaı cezası ile karşılaşma riskleri bulunmaktadır.
Kurumlar Vergisi yönünden ise alınan faturanın kayıt şekline göre, fatura tutarı gider veya maliyetlerden tenzil edilir. Bilindiği üzere işletmeler satın almış oldukları mal veya hizmetleri kayıt altına alırken bunları ya emtia hesabına alırlar ya da fatura içeriğine göre giderleştirirler. Emtia hesabına alınan fatura içeriği ise dönem sonunda stokların mevcut durumuna göre emtia maliyeti hesabına atılır ve gelir tablosunda satışlardan düşülen bir unsurdur. Fatura içeriği gider olarak kaydileştirilirse bu hesap ta dönem sonunda yine giderin nevine göre kârı azaltıcı bir unsur olarak gelir tablosunda giderler bölümünde izlenir. Dolayısıyla, yapılmakta olan sahte fatura kullanımlarına dayalı vergi incelemelerinde giderlerin veya maliyetlerin de sahte fatura tutarı kadar reddedilmekte olduğunu görmekteyiz. Bunun nedeni, inceleme elemanının sahte faturaya konu emtianın işletme tarafından hiçbir şekilde satın alınmadığı veya giderin işletme tarafından yapılmadığı varsayımına dayanmaktadır.
Sahte belge kullanmak veya düzenlemek suretiyle vergi ziyaına sebep olanlar hakkında vergi ziyaı cezası kesilir buna göre, vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir.
Vergi ziyaına 359 uncu maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde bu ceza üç kat, bu fiillere iştirak edenlere ise bir kat olarak uygulanır.
Kanuni düzenlemeye göre sahte belge düzenleyen ve kullanan her mükellefin ziyaa uğrattığı vergi tutarının üç kat vergi ziyaı cezasına muhatap olacağı anlaşılmakta ise de 306 Seri Nolu Vergi Usul Kanunu Tebliği  ile bunun kararı vergi inceleme elemanlarına bırakılmıştır. Tebliğin ilgili bölümü;
“Bu itibarla, kaçakçılık suçunun oluşması sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin bilerek kullanılıp, kullanılmadığının; diğer bir anlatımla, bu kullanımda kastın bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine ve belirlenmesine bağlı bulunmaktadır. Yapılan incelemelerde sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin bilerek, isteyerek kullanılıp kullanılmadığının vergi incelemesine yetkili olanlarca değerlendirilmesi ve bu belgeleri bilerek kullandığı sonucuna varılan mükellefler için vergi suçu raporları düzenlenmesi, haklarında cumhuriyet savcılıklarına suç duyurularında bulunulması ile bu belgelerin kullanılması sonucu vergi ziyaına da sebebiyet verilmiş olması halinde 344 üncü maddenin üçüncü fıkrası uyarınca üç kat vergi ziyaı cezası kesilmesi gerekmektedir.
Ancak, sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin bilerek kullanılıp kullanılmadığının araştırılmasında bu belgeleri bilmeden kullandığı sonucuna varılan mükellefler adına vergi suçu raporları düzenlenmemesi ve haklarında cumhuriyet savcılıklarına suç duyurularında bulunulmaması icap etmektedir. Ayrıca, bu belgeleri kullanmak suretiyle vergi ziyaına sebebiyet verilmiş olması halinde bu mükellefler adına 344 üncü maddenin ikinci fıkrası uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesi gerekmektedir.” şeklindedir.
Dolayısıyla SMİYB kullanıcı incelemelerinde, inceleme elemanları yaptıkları incelemeler neticesinde sahte faturayı bilerek kullandığı sonucuna vardıkları mükellefler hakkında suç duyurusunda bulunmakta ve vergi ziyaı cezası üç kat uygulanmaktadır, eğer sahte faturanın bilmeden kullanıldığı sonucuna varılırsa suç duyurusunda bulunulmamakta ve vergi ziyaı cezası tek kat uygulanmaktadır.
2.8-Diğer Kurumlardan Gelen Verilerle Yapılan İncelemeler:
Bunlar, MASAK tan (Mali Suçları Araştırma Kurumu) Gümrük İdarelerinden, Tapu Dairelerinden, Bankalardan gelen bilgiler, gibi gerek kamu kurumlarından, gerekse özel kurum ve kuruluşlardan gelen bilgilerden elde edilen verilerle yapılan incelemelerdir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamındaki görevlerini, aralarında Vergi Müfettişlerinin de bulunduğu denetim elemanları vasıtası ile yerine getirmektedir. Vergi Müfettişleri, aklama ve terörün finansmanı suçunun tespiti, yükümlülük denetimi ile yükümlülük ihlali incelemeleri çalışmalarında etkin görev almaktadırlar.
Vergi Denetim Kurulu tarafından, tapu idarelerinde gerçekleştirilen gayrimenkul alım satımlarına ilişkin veri tabanından faydalanılarak 2009 yılında 20 adet ve üzeri gayrimenkul satışı gerçekleştiren potansiyel mükelleflerin 2009-2013 yılları arasında gayrimenkul satış işlemlerinin incelenmesi amacıyla 471 mükellef vergi incelemesine sevk edilmiştir. Bu kapsamda yürütülmekte olan incelemeler 2015 yılı içerisinde de devam etmiş olup, 2015 yıl sonu itibariyle tamamlanan incelemelerde 37.751.646,16 TL matrah farkı, 2.983.034,46 TL vergi farkı tespit edilerek, 6.458.561,64 TL ceza kesilmesi öngörülmüştür.
Kaynaklar
– Vergi Usul Kanunu
– Katma Değer Vergisi Kanunu
– TCK
– 646 Sayılı BKK
– vdk.gov.tr
– gib.gov.tr
[1] 14.12.1983 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır
[2] 10.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır
[3] 10.11.1984 tarih ve 18571 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[4] 31.12.1931 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır
[5] 26.04.2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[6] 02.11.1984 tarih ve 18563 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.